Görme! Konuşma! Duyma!
Yazar: Dr. Ali Yılmaz
iktidar kanadı tarafından” Dezenformasyonla Mücadele Yasası, yasaya itiraz edenler tarafından “sansür yasası” ve halk arasında “sosyal medya yasası” olarak anılan, “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 14 maddesi kabul edilmesine rağmen, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye devam ediyor.
Dezenformasyon yasası: İhtiyaç mı, sansür mü? Yandaş gazetelerin tetikçi kalemleri hariç, gazeteciler ve gazetecilik örgütleri yeni yasa teklifinin basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe vuracağı görüşünde.
Sosyal medya ve internet gazeteciliğine dönük düzenlemeler içeren kanun teklifinin bu kadar tartışmalara neden olmasının nedeni; “Söz konusu yasa teklifiyle Türk Ceza Yasası’na “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu ekleniyor ve “endişe, korku veya panik yaratmaya” yönelik yayın yapanlara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilmesi öngörülüyor.”
Basın meslek örgütleri bu madde ile Türkiye’de sansürün hortlayacağı görüşünde. “Sansür yasasına hayır”, “Basın ve ifade özgürlüğü istiyoruz”, “Anayasa’ya aykırı yasa geri çekilsin” yazılı dövizlerle eylemlerini kararlılıkla sürdürüyorlar.
Bu yasa uzlaşarak çıkarılamaz mıydı? Gerek muhalefet gerekse meslek örgütleri ile birlikte aceleye getirilmeden üzerinden düşünülerek ve dünyadaki örnekleri değerlendirilerek hazırlanma imkânı bulunabilirdi. İktidar bu konuda da çatışmayı ve kutuplaştırmayı tercih etti.
“Tek sesli bir toplum yaratmak, korku iklimini canlı tutmak, sansürü ve oto sansürü ağırlaştırmak “bumerang etkisi” yaratabilir. Yani hedefine ulaşmayan bir girişim ya da mesajın geri dönerek, girişimi yapanı ya da mesajı vereni vurması söz konusudur.
Seçim öncesi bu yasa ile hedeflenen amacın; “gazetecilerin haber yapmasını, yurttaşın habere erişimini ve haberin serbest dolaşımını engellemek” olduğu ifade ediliyor. Böyle olunca da “toplumsal muhalefeti susturmak” olarak algılanıyor. Bu algı kitlesel hale gelirse seçimde etkisi büyük olur.
Hukukçular ve meslek örgütleri sözcüleri, “Teklifin 29. maddesiyle Türk Ceza Kanunu’na 217/A maddesi olarak eklenmesi planlanan ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçu muğlaktır, sübjektif değerlendirmelere açıktır. Zamana, kişilere ve koşullara bağlı olarak her uygulamacı tarafından farklı yorumlanması muhtemel bu düzenlemeyle, yalnızca gazeteciler değil tüm toplum ciddi bir cezai tehdit ile karşı karşıya bırakılmakta, ifade ve basın özgürlüğü yok edilmektedir” demektedir.
“Böyle bir şey olmaz”, denilebilir mi? Zira bu konuda iktidar sabıkalıdır. Kendi yandaşlarına hiçbir işlem yapmazken, muhalif fikir ve düşünceye kısıtlama getirmesi ve yargı önünde süründürmesi” örnekleri oldukça fazladır. “Dezenformasyon ve yalan haberle mücadele” gereklidir. Hatta geç bile kalınmıştır. Sormazlar mı, “20 yıldır neredeydin?” Şurası da bir gerçek ki, sosyal medyada yapılan bazı gerçek dışı paylaşımlar, itibarsızlaştırma ve linç girişimleri basın özgürlüğü olarak algılanamaz. Buna rağmen, “özgürlük-yaptırım dengesi” iyi kurulmalıdır. Örneğin bir yönetici ya da siyasetçi, “Senin teröristlerle organik bağların var” dese ve asılsız çıksa cezalandırılacak mıdır? Sosyal medya trollerinin her türlü muhaliflere karşı yaptığı haysiyet cellatlığı, itibarsızlaştırma, iftira-fitne- fesat çıkarma faaliyetleri önlenebilecek midir? Ya da cezai müeyyide uygulanacak mıdır?
Çıkarılacak olan yasa; herkese eşit ve adil olarak uygulanacaksa, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlamayacaksa, kişilik haklarına karşı haksız saldırılara set çekilecekse şimdiden hoş geldi! Aksi durum, otoriter/totaliter rejimlerde görülen uygulamalara tanık olacağımızın resmidir.
Bu hükümetin hukuka saygısı ve demokrasiye inancı tam olsa, bir güven bunalımı doğmaz, onca konuşulan ve yazılan kuşkular ve endişeler yaratılmazdı. İçişleri Bakanlığı, terör örgütleri ile mücadele kapsamında çıkarılan KHK’ları “demoklasin kılıcı” gibi her muhalif fikir ve düşünce sahibine sallamıyor mu? Görme! Konuşma! Duyma! Konuşmazsam ülkeyi hamutuyla soyanlar ile ekmeğimi çalanları nasıl söyleyeceğim?
Bu hali ile “yalan haberi yayma suçu” İran’daki “fesat çıkarma” suçunu çağrıştırıyor.
Suçun oluşması için şu beş şart aranacak:
- Yayılan haber gerçek değilse
- Ülkenin güvenliği ve kamu sağlığını ilgilendiriyorsa
- Halk arasında korku, panik ve endişe oluşturma kastı varsa
- Kamu barışını bozmaya yönelik ise
- Aleni ise ((yani ilgisi olmayan kişilere ulaşabilecekse) 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilebilecek.
Bu yasanın iyi tarafları da yok değil. Sırf “muhalefet” olsun diye, yasa tasarısının ülke için gerekli hükümlerine karşı çıkacak değilim. Ben uzlaşmacı olunmasını ve öneri ve endişelerin giderilmesini isterdim.
- Çocuklara yönelik uygulamalar konusunda “ayrıştırılmış hizmet” sunumunun sağlanması… Yani yasa dışı, ahlaki değerlere aykırı ve zararlı olabilecek içeriklere maruz kalmasının önüne geçilebilmesi,
- Tüm haber sitelerinin, yayınladıkları içerikleri saklamak zorunda olması,
- Bir içerik için verilen “kaldırma kararının”, içeriğin her site ve platformdan kaldırılması için yeterli olması,
- Haber siteleri resmi ilan ve reklam alabilecek olması,
Bu maddelere bakıldığı zaman, “endişe edilecek ne var bunda?” denilebilir. Sorun, yasanın muğlak ifadeler içermesidir. Suç açık ve net olarak tanımlanmaz ise uygulamada telafisi güç mağduriyetler yaşanabilir. Biz bu filmi daha önce gördük. Mahkeme’nin “beraat” kararlarına rağmen, idare tarafından mağdur edilen insanların feryatlarını çok dinledik!
Yargı kararlarına uyan ve adaletle hükmeden bir iktidar olsa… Bu yasa ile ne ifade özgürlüğü kısıtlanır ne de sansür uygulanır. Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine kitabında, yönetimin ilkeleri bir kez bozulunca en iyi kanunlar bile kötü olur ve devletin aleyhine işlemeye başlar; fakat ilkeler sağlam ise, kötü kanunlar bile iyi kanunlar gibi işler, zira ilkenin gücü her şeye egemendir” der.
Türk insanı, çıkarılacak bu yasada eşitlik ve adaletin temel alınacağını görüp anlamış olsa, niye karşı çıksın ki? Biliyoruz ki, bu ülkede yasalar kamu otoritelerinden çiftçisine kadar herkese eşit olarak uygulanmıyor.
CİMER’e yapılan isimsiz ve imzasız mektupla evi sabahın 5’inde basılan ve sonra suçsuz olduğu ortaya çıkınca da “pardon” diye salınan insanların yanında, hakkında ciddi iddialar ortaya atılan (ve yalanlanmayan)… İşin garibi suç isnatlarını, ne hikmetse duymayan bir yönetim anlayışı ile karşı karşıyayız.
Montesquieu, tek başına bir kişinin tüm güçleri (yasama, yürütme, yargı) elinde bulundurduğu ve uzmanlık gerektirsin gerektirmesin her alanda mutlak söz hakkına sahip olduğu yönetimleri istibdat olarak adlandırır.” O nedenle bu ucube sistemin behemehâl değişmesi gerekir. Bu değişiklik, “yolsuzluk-yasaklar-yoksulluk” ile mücadele sözü ile iktidara gelen ama yerine getirmeyen bu iktidarın işine yarayacaktır.
Keyfiliğin had safhada olduğu yönetimlerde demokrasinin temelleri ve devletin ilkeleri sarsılır. Bu da güvensizliğe yol açar. Bu hallerde yani yönetimin ilkeleri bir kere bozulmaya başladı mı en iyi kanunlar bile kötü uygulayıcıların elinde işe yaramaz olur.
Önemli olan, çıkarılacak bu yasanın uygulanmasında gösterilecek dikkat ve ihtimamdır, bilgi ve beceridir, anayasal hak ve hürriyetlere, insan haysiyetine sadakattir.
Bir yanıt bırakın